Metabolik sendomun tedavisinde öncelikli yaklaşım, yaşam tarzının düzenlenmesi olmalıdır. Uygun bir beslenme ve egzersiz programı ile sağlanan kilo kaybı, metabolik sendromda görülen tüm bozuklukları düzeltici yönde etki sağlar. Bu yaklaşımla, genel ve kardiyovasküler mortalitenin azaltalabileceği gösterilmiştir.
Metabolik sendromun etyolojisi (nedeni) tam olarak bilinmemekle birlikte, insülin direncinin anahtar rolü oynadığı düşünülmektedir. Metabolik sendromun tüm bileşenlerinin birbirleriyle ve insülin direnci ile olan ilişkilerini gösteren çeşitli bulgular mevcuttur.
Metabolik sendrom sıklığı ilerleyen yaşla ve vücut ağırlığı artışıyla artar. ABD'de 20 yaş ve üzeri kişilerde metabolik sendrom sıklığı %27 oranında gözlemlenmiştir. Metabolik sendrom sıklığının kadınlarda daha fazladır.
Ülkemizde 2004 yılında yapılan METSAR (Türkiye Metabolik Sendrom Araştırması) sonuçlarına göre, 20 yaş ve üzerindeki erişkinlerde metabolik sendrom sıklığı %33.9 saptanmıştır. Bu araştırmada kadınlarımızda metabolik sendrom sıklığı erkeklere göre daha yüksek bulunmuştur. (kadınlarda %39.6, erkeklerde %28). Geniş kapsamlı bir diğer çalışma olan TEKHARF (Türkiye'de Erişkinlerde Kalp Hastalığı ve Risk Faktörleri Sıklığı) çalışmasında ise metabolik sendrom sıklığı 30 yaş ve üstü erkeklerde %28, kadınlarda %45 olarak tespit edilmiştir. TURDEP (Türkiye Diyabet Epidemiyolojisi) çalışmasında erişkinlerimizin %7.2'de diabetes mellitus, %6.8'inde glukoz tolerans bozukluğu, %22'sinde obezite saptanmıştır.
Metabolik sendrom tanısının konmasında, mevcut kriterlerden üçünün kişide bulunması yeterlidir. Bunlar;
Obezite, metabolik sendromun en önemli bileşenlerinden biridir. Metabolik sendrom, insülin direnciyle yakından ilişkilidir.
Metabolik sendromu olan bireylerin çoğunluğunda, ya kilo fazlalığı vardır ya da aşırı derecede obezlik görülür. İnsülin direncine sahip olan insanların çoğu, abdominal obeziteye de sahiptir.
Tip 2 diyabette sıklıkla görülen insülin direnci, normal glukoz toleransı olan ve diyabeti olmayan bireylerde de görülebilir. Tip 2 diyabetlilerin obez olmayan ve diyabeti bulunmayan yakınlarında da insülin direncinin saptanması genetik yatkınlığın rolünü desteklemektedir. Obezite; sedanter yaşam tarzı, sigara kullanımı, düşük doğum ağırlığı ve perinatal malnütrisyonu da insülin direnci gelişimiyle ilişkili bulunmuştur.
İnsülin direnci gelişimi, vücutta birçok belirti ortaya çıkarır. Bunları şöyle sıralayabiliriz:
Sıralanan bu durumları yaşayan kişilerin, “insülin direnci” açısından değerlendirilmesi gerektiği uzman hekimler tarafından önerilir.
Kişide insülin direnci oluşması, beraberinde kimi hastalıklara neden olabilecek ortam hazırlar. Bunları arasında;
İnsülin direncinin metabolik sendromda oynadığı patofizyolojik rolde immünitenin ve inflamasyonun etkili olduğu düşünülmektedir.Hipertansif hastaların yaklaşık %50'sinde insülin direnci bulunmaktadır.
Bozulmuş açlık glukozu (BAG), tanınmlamasında açlık glukoz seviyelerinin 110 ile 126mg/dl arasında olması kabul edilirken, yakın zamanda alt sınır daha da aşağıya çekilerek 100 ile 126mg/dl arası olması önerilmiştir.
Bozulmuş glukoz toleransı (BGT) ise, OGTT'nin 2. saat değerlerinin 140 ile 200mg/dl arasında bulunmasıdır. BAG ve BGT birarada olabileceği gibi birbirinden bağımsız olarak da bulunabilir. Bu hastalıklarda, diabetes mellitus ve makrovasküler komplikasyonların gelişme riski yüksektir. Hastaların yaklaşık üçte birinde 10 sene içinde diyabet gelişebilir. Normal açlık glukoz seviyeleri bulunan kişilerde de insülin direnci bulunabilmektedir.
İnsülin duyarlılığın değerlendirilmesiğnde çeşitli metodlar kullanılmaktadır.
Metabolik sendromun tedavisine yönelik; geniş, randomize çalışmalar yayınlanmıştır. Öncelikle, temel bozukluk olarak görülen insülin direncinin düzeltilmesi amaçlanmalıdır. Ayrıca metabolik sendromun her bir bileşeninin ayrı ayrı kontrolüyle diyabet, hipertansiyon ve kardiyovasküler hastalıkların önlenmesi veya geciktirilmesi sağlanmalıdır.
Metabolik sendomun tedavisinde öncelikli yaklaşım, yaşam tarzının düzenlenmesi olmalıdır. Uygun bir beslenme ve egzersiz programı ile sağlanan kilo kaybı, metabolik sendromda görülen tüm bozuklukları düzeltici yönde etki sağlar. Bu yaklaşımla, genel ve kardiyovasküler mortalitenin azaltalabileceği gösterilmiştir.
Yaşam tarzı değişikliklerinin yetersiz kaldığı durumlarda insülin duyarlılığını arttıran ajanların kullanımı düşünülebilir. Metformin ve tiazolidindionların insülin direncini azaltıcı etkileri vardır.
Metformin, insülin duyarlılığını karaciğer düzeyinde iyileştirirken, tiazolidindionlar periferik yağ dokusundaki insülin duyarlılığını iyileştirmede daha etkilidirler.
Glukoz tolerans bozukluğu olan obez kişilerde metformin ile, gestasyonel diyabet anamnezi olan kadınlarda pioglitazon ile tip 2 diyabet gelişimi riskinde azalma sağlandığı gösterilmiştir.