İngiltere’de Oxford Üniversitesi’nden aynı derece ile mezun olmuş aynı zekâ düzeyinde olan kişilerin hayatları takip edilmiş ve başarı durumlarında farklılıklar görülmüştür. Bazıları üst düzey yönetici olmuş, bazıları iş hayatında çok iyi noktalara gelmiş, bazıları ise öğrencilik hayatlarında çok parlak olmalarına rağmen devamlı iş değiştiren, bir işte başarılı olmayan kişiler olmuşlardır. Bu kişilerin aile hayatları da izlenmiştir. Bazıları sık boşanmış, çocukları ile iyi ilişkileri içinde olmamış, depresif, alkol vs. gibi bağımlılıkları olan kişiler olmuşlardır.
Bu farklılığın DUYGUSAL ZEKA=EQ farklılığından kaynaklandığı düşünülmüştür.
EQ‘nun 4 köşe taşı vardır. Bilinmesi gereken en önemli köşe taşı “Duyguları öğrenmek"tir. Bunun için duygusal farkındalık gereklidir. Hissedilen duyguyu tanımalı ve sebeplerini bilmeliyiz. Adeta kendimize yukarıdan bakmalıyız. Düşünce-duygu-davranış arasındaki ilişkileri fark etmeliyiz.
Kendi başıma gelen bir örnek ile bu ilişkileri açıklamak isterim. Hastalanma vizit yaparken ve izlemlerimi yazarken bir hasta ile sorunlu bir konuşma yapmak zorunda kaldım. Bir sonraki hasta ile ilgilenirken beni meşgul etmeye devam etti. Yandaki hastanın gözleri kapalıydı. Ben de onun hatırını sormadığımı ve selamlamadığımı fark etmeden izlemlerimi yazıp diğer hastaya geçtim. Benim diğer hastaya geçmemin ardından hasta hakkımda bağırıp, bir daha bana hiç gelmesin diye söylenmeye başlamış, kötü sözler söylemiş. Hemşire arkadaşların ikazı ile hemen hastanın yanına gittim. Aslında her zaman selamladığım ve ilgi gösterdiğim biriydi. Onu dinleyerek anlamaya çalıştım. “Ben kör olduğum için benim hatırımı sormadınız. Beni adam yerine koymadınız.”, diyerek sinirli şekilde şikâyete başladı.
Böyle bir durumda empati yaparak bu üçü arasındaki ilişkiyi fark edip, karsımızdakini anlamak bizim doğru davranmamızı sağlayabilir.
Her duygu bir işarettir. Kendimizi tanımak için bir fırsattır. Dikkatimizi toplamak için kalk borusudur. Örneğin “Öfke” bir yakıttır. Bu durumda konuşmak, araya girmek, yüzleşmek ve bir şeyleri çözmek isteriz. Ama çoğunlukla ona değer vermek ve dinlemek yerine boğar, bir yerlere tıkıştırır ve göz ardı ederiz. Öfke veya herhangi bir duygumuzu düşünce merkezimizden geçirmeden aşırı tepki ile cevaplarsak istemediğimiz davranışlar yapmış oluruz. Ya da öfke veya başka bir duyguyu anlamadan içte tutarsak bir anda önemsiz bir olayla patlama şeklinde ortaya çıkabilir. Aslında insanların duygularını açığa vurmaları gerçek nedenleri anlamamız açısından yararlı olabilir. Bazı hastalar meyve suyu verilmediğinden veya serviste oturduğu yer ile ilgili şikâyet yüzünden merkez değiştirebiliyorlar. Acaba gerçek neden bu mu? Yoksa birikmiş öfke, hayal kırıklığı veya önemsenmeme gibi duyguların bastırılması sonucu ortaya çıkan tepkisel bir davranış mı?
Beynimizin duygularımıza nasıl cevap verdiği de önemlidir. Beyinde “talamus” bölgesinde “duygular” toplanır. Küçük bir çekirdek olan “amigdale” duygulara ani “tepki” vermekle görevlidir.
“Ön frontal” (düşünce merkezi) ise duygulara düşünerek cevap verir. Amigdale ani bir tehlike geldiğinde (ateşten elimizi kaçırmak gibi) tepki vermek için gereklidir. Bununla beraber öfke gibi bir duyguyu düşünce merkezine göndermeden amigdaleden tepki ile cevaplarsak, istemediğimiz sonuçlar olabilir.
Amigdaleden cevap vermemek için:
gibi zaman kazandıracak yöntemler denenebilir. Sonuçta herkesin kendine göre duygusunu düşünce süzgecinden geçirerek zaman kazanacak bir yöntemi olmalıdır.
Kendimizi tanımalıyız ve açık alanlarımızı (bizim ve çevremizdekilerin bildiği özellikler) artırmalıyız. Bunun için, kendini ifade edebilmek ve geri bildirim istemek (eleştiriye açık olmak) gereklidir. Kendimizi yönetmeyi bilmeliyiz. Bunun için:
REAKTİF DİL |
PROAKTİF DİL |
Yapabileceğim hiçbir şey yok |
Seçeneklerime bakayım |
İşte ben böyleyim |
Farklı bir yaklaşım seçebilirim |
Beni çok kızdırıyor |
Duygularımı kontrol edebilirim |
Keşke yapmasam |
Yapacağım |
Yapmak zorundayım |
Yapmayı seçiyorum |
Kendimizi tanıyıp, yönetebildiğimizde ve başkalarını anlayabildiğimizde ilişkileri yönetebiliriz. İlişki yönetiminde takdir etme önemlidir.
Amerika Birleşik Devletleri’nde bir iş departmanı, depertmanlarında iş bırakma nedenlerinin %46’sının işlerinde takdir edilmediklerini hissetmeleri olduğunu saptamıştır. Olumluyu vurgulamak, her zaman olumsuzu vurgulamaktan çok yararlı olmuştur.
Takdir Edilmenin Önemine Dair Bir Örnek: Diyaliz salonunda dosya takiplerinin yazılmasında düzenli yazan bir çalışma arkadaşımızı bunu gördüğümüz anda takdir edersek, diğer arkadaşlara da böyle yapmaları için örnek olur. Düzenli yapmış arkadaş emeğinin ve farklılığının görüldüğünü hisseder ve motivasyonu artarak daha fazla iyi şeyler yapmak ister. Ama diğer düzensiz yazan bir arkadaşı kötülersek, onun kötü hissetmesine sebep olmuş ve sorunu tam düzeltememiş oluruz.
İlişki yönetiminde beden dili önemlidir. Güleryüz, selamlama, el sıkma, göz teması, mesafe, duruş, temizlik, oturma biçimi gibi çeşitli öğeler beden dilini oluşturmaktadır.
Beden dilinin önemine dair örnek verirsek: Hastalar, gülümseyip selam vererek yaklaşan bir hemşirenin damar yolu açmasından daha çok memnun kalmaktadır.
Ailemiz ve iş arkadaşlarımızdan başlayarak, gülümseyerek selam verirsek ve anında yapılan bir işi takdir edersek, hayatımızda olumlu yönde farklılıklar yaratabileceğimizi görürüz.
Kaynak: Bursa Özel Medicabil Hastanesi Dergisi Aralık Sayısı - Sayfa 41 - Uzm. Dr. İlay Oktay